
ESM 3. OLAĞAN GENEL KURUL SONUÇ BİLDİRİSİ
Genel Kurulumuz, Dünyada ve Türkiye’de önemli olayların yaşandığı bir dönemde toplanıyor. Dünya kapitalizminin küreselleşme adı altında sürdürdüğü saldırılarla Gezegenimiz eşitsizlikler, savaşlar, işgaller, göçler, soykırımlar, açlık, yoksulluk ve ekolojik yok oluşlarla bir felakete doğru sürükleniyor. Küreselleşmenin ekonomik, siyasal ve ideolojik küresel programı uygulanırken, tek kutuplu dünyada 21. yüzyılın Amerikan yüzyılı olacağını ilan eden ABD kendi başına ya da NATO ve BM’yi de kullanarak askeri hegemonyasını sağlamak için uyguladığı şiddet ve terörü giderek artırmaktadır. Afganistan’dan sonra beş yıldır Irak’a “özgürlük getirme” bahanesiyle, ABD ve işbirlikçisi emperyalist devletlerce sürdürülen kanlı işgal sonucunda, bir milyona yakın insan katledilmiş, Irak’ta yaşayan halklar birbirine düşürülerek kanlı bir boğazlaşma sürecine itilmişlerdir.
Büyük Ortadoğu Projesi (BOP) kapsamında, ülkemiz, Irak’ta olduğu gibi İran ve Suriye’ye karşı bir savaşta doğrudan işgalci ya da dolaylı olarak emperyalizm işbirlikçisi olarak kullanılmak istenmektedir. Türkiye’nin yönetenleri bu sürecin içine aktif bir özne olarak girecek politik manevralar içindedirler küreselleşme denen sürecin faturası: İnsanlığın büyük bölümü yoksulluk içinde, üçte birinden fazlası tam bir sefalet ortamında yaşıyor, bir milyar insan yeterince beslenemiyor, okuma yazma bilmeyenlerin sayısı bir milyara yakın, bir buçuk milyar insan içme suyundan yoksun, iki milyarın hala elektriği yok.
Kapitalist dünya ekonomisi, dünya nüfusunun önemli bir bölümünü yoksulluğa mahkum ederken, bir yandan da insanları tüketime kışkırtarak yoksulluğun dışlayıcı etkisini daha yakıcı hale getirecek mekanizmalar yaratmaktadır. İnsan varlığının ve üretiminin tamamen meta ilişkileri üzerinden tanımlanması, bizzat insan varlığını nesneleştirerek/değersizleştirerek, bu dışlama mekanizmalarını derinleştirmektedir.
Kapitalizm, işçilerin ve emekçilerin tarihsel süreç içerisinde büyük mücadelelerle elde ettiği tüm hakları birer birer ellerinden alıyor, kazanımlarını tamamen ortadan kaldırmaya çalışıyor. Bütün dünya insanlığı, kapitalizmin “uygarlık”, “refah ve demokrasi” masallarına karşın bir “vahşet” dönemini yaşıyor. Bugünü ve geleceği büyük bir kuşatma altına alınan dünya halkları köleleştirilmek isteniyor.
Yeni bin yılın insanlığa refah, barış, demokrasi getireceği görüşü, başta medya olmak üzere her türlü araçla Dünyanın dört bir yanına yayılmıştı. Piyasa ekonomisi, liberal demokrasi, yerelcilik, sivil toplumculuk, özel alan, rekabetçilik, enformasyon toplumu, bilgi çağı vb. kavramlarla aslında sermayenin saldırısını gizlemeyi ve kabullendirmeyi hedefleyen küreselleşmenin tüm bu ideolojik saldırısının amacı: İnsanı tarihin öznesi olmaktan çıkarmaktır. Bu saldırı, insanın dönüştüremez, değiştiremez nesneler olarak olup-biteni kabullenmekten, piyasanın kurallarına teslim olmaktan başka bir seçeneğinin olmadığı görüşünü yayma amacı taşımaktadır. Bütün bunlar, insanlığın gelecek umutlarını köreltmek, direnişini kırmak, soygun ve sömürüyü meşrulaştırmak için yapılmaktadır
Bu süreçte, ulusal devletler sermayenin yeni liberal programı kapsamında yeni bir işlevle, yeni liberal devlete dönüştürülmektedir. Ekonomi politikalarını küreselleşme doğrultusunda belirleyen Türkiye, kapitalizminin kurumları olan IMF, Dünya Bankası ve Dünya Ticaret Örgütünün tercih ve direktiflerine göre kararlar almaya devam ediyor. Milyonlarca insan eğitim, sağlık, barınma ve beslenme, eğitim gibi temel haklarından yoksun bırakılırken, kamu varlıklarımız özelleştirmelerle yerli ve yabancı sermayeye peşkeş çekilerek çalışanlar işten atılmakta, temel kamu hizmetleri ticarileştirilmekte, doğal ve toplumsal kaynaklarımız bir avuç azınlığa aktarılmaktadır. İşçilerin, emekçilerin ve ezilenlerin ekonomik, sosyal ve siyasal yaşamdan tümüyle dışlandığı yıkıcı bir ortamda yoksulluk, işsizlik ve açlık derinleşerek sürmektedir. Sermayenin soygun, vurgun ve yağmasının mekanı haline getirilen Türkiye, tam bir yeni sömürgeleşme sürecine sokulmuştur
Kapitalizmin dünya ölceğinde rekabeti kapıtalist devletlerin bloklaşma eğilimlerini artırmıştır.AB de bu anlamdaki bir bloklaşma olup AB’nin halkları için refah,özgürlük getirmeyecektir.AB’nin uyguladığı ekonomik program yeni liberal program olup,AB bu programın küresel ölçekte uygulanmasında aktif rol oynamaktadır. Bu yönüyle emperyaldir.Türkiye ile ilişkilerinde çok yüzlüdür.Türkiye’nin AB ile yürüttüğü muzakerelerin ekonomik yüzü yeni liberal politikaların ekseninde gelişmektedir.Türkiye’nin iç dinamiğiyle gerçekleştiremediği demokratikleşme olgusundan, Türkiye’de yaşanan trajik yoksullaşmadan dolayı AB den olumlu beklentiler içine giren kesimler olmakla beraber AB’nin öngördüğü ve AB sınırları içinde de, dışında da uygulamayı sürdürdüğü yeni liberal politikalar işçiler,memurlar,yoksullar kısaca toplumun çoğunluğuna sermayenin saldırısıdır. İstihdam, sosyal güvenlik, eğitim, sağlık, çevre gibi alanlardaki korumacılığın kaldırılması, finans ve ticaretin liberalizasyonu, yerelleşme ve kamusal alanın özelleştirilmesi yeni liberal programın temel unsurlarıdır. Bu politikalarla sermaye tekelleri ulusal sosyal yapıların bütün dokularına işlemiş, halk sınıfları ise yaşamlarını doğrudan ilgilendiren kaynak dağılımı ve ekonomi politikaları üzerindeki etkilerini kaybetmişlerdir. Ulus-devlet, kendi halkına da yabancılaşmış, emperyalist güçlerin bir aracı olarak işlev üstlenmiş ve her şey piyasanın kurallarına teslim edilmiştir.
Hizmet Ticareti Genel Anlaşması (GATS) özellikle eğitim, sağlık, enerji, iletişim, ulaşım, tüm mühendislik-mimarlık hizmetleri, çevre hizmetleri, belediye hizmetleri, muhasebe ve müşavirlik hizmetleri, sosyal güvenlik ve sigorta hizmetleri, kültür-sanat alanları, turizm ve tarımda sağlayacağı liberalizasyonla, kitlesel bir işsizliğe, küçük ve orta ölçekteki hizmet işletmelerin ortadan kalkması ile mülksüzleşmeye neden olacaktır. Türkiye, GATS kapsamında yer alan 155 hizmet alanlarının 72’sinde taahhütte bulunmuştur. Böylece genel olarak kamusal hizmet alanları piyasalaştırılarak yabancı sermayenin istilasına açılmaktadır.
Bütçesinin çok büyük bölümü iç ve dış borç faizlerinin ipoteği altında olan Türkiye’de; toplumsal yaşamı düzenleme ve kamu kaynaklarını etkin kullanma olanağı ortadan kaldırılmıştır. Bütçedeki faiz ödemeleri sermayenin en önemli kar alanı haline gelmiştir.Toplumun büyük çoğunluğunun eğitim ve sağlık başta olmak üzere, kamu hizmetlerinden yararlanması mümkün değildir. Bütçe, artık kamu bütçesi olmaktan çıkmıştır. Kamu hizmetlerinin nitel ve nicelik olarak dibe vurduğu bir dönem yaşanmaktadır. Faiz yükü altında ezilen bu bütçelerle değil yatırım yapmak, yatırımı düşünmek bile söz konusu değildir.
Gelir dağılımındaki eşitsizlikler ve bölgeler arasındaki dengesizliklerin derinleştiği Türkiye’de tarihinde görmediği yoksulluk biçimleriyle tanışmaktadır. Mutlak yoksul olarak tanımlanan milyonlarca insan için gelir dağılımındaki bozukluk ya da yoksulluk denen durumu çoktan aşan ve bir tür dışlanmışlık söz konusudur.
Kapitalist üretim tarzlarındaki teknolojik gelişmeye bağlı olarak ortaya çıkan değişim yoksulların yaşamın her alanından dışlanmasına yol açmaktadır. Yoksulluğun yol açtığı dışlanmanın yanısıra, egemen sistemin tektipçi bakış açısı nedeniyle dışlanma da yoksullaşmayı getirmektedir., Bu olgu özellikle ülkemizde yoksulluk ve dışlanmanın birbirine özdeş hale gelmesine neden olmuştur
Herşeyin alınıp satılabilir bir meta haline geldiği bir sistemde kamusal alanlar ve varlıklar tamamen sermayeye teslim edilmiştir. Devletin, üretim ve hizmetler alanındaki kamusal etkinlik alanından tamamen çekilmesi, özelleştirmeler, bütçe dışı fonların yoğun olarak kullanılması, ihaleler, banka kurtarma operasyonlarıyla birlikte; para, faiz ve emek karşıtı politikalar ön plana çıkmıştır. Bu yeni birikim sürecinde sermaye, emeğin yeniden üretimi ile değil paranın yeniden üretimi ile ilgilenir olmuştur. Böylece, ulus-devlet, emekçilerin varlıklarını doğrudan hissedeceği, emek gücünün yeniden üretileceği alanlardan çekilip sermayeyle doğrudan iç içe olduğu alanlara yönelmiştir
Halkın alınteri ile oluşturulan ERDEMİR; SEYDİŞEHİR TÜPRAŞ, TEKEL TELEKOM gibi birikimlerimiz haraç mezat satılıyor ve bununla da yetinilmiyor, limanlarımız, doğal kaynaklarımız BONUS !! olarak sunuluyor..
Küresel sermaye, tarihsel ulus-devlet ölçeğinde birleştirilen toplumsal kesimlerin oluşturduğu koalisyonu dağıtmaktadır. Her bir yerel birimin kendi kaynak ve potansiyellerini sermayeye sunacağı, sürece yarışmacı olarak katılacağı, birbiriyle yarışan kentlerin ortaya çıktığı bir yerel dünya kurulmaktadır. Sermayenin “yönetişim” olarak adlandırdığı yeni bir yönetim anlayışı öne çıkarılarak, kamu yönetimlerinin bir şirket gibi yönetilmesi amaçlanmaktadır.
Halkın alın teri ile kurulan ve ülkemizin kalkınmasında önemli işlevler gören kamu kuruluşlarımızda özellikle son dönemde yönetici kademelerine yapılan atamalarda; bilgi, beceri ve liyakat aranmasından vazgeçilmiştir. Artık, atamalarda geçerli olan ölçüt, sadece “cemaatten olmak, kendileri gibi düşünmek ya da kendilerinden olmak”tır. Bu şekilde, yetersiz kişilerin uzmanlık gerektiren makamlara getirilmesinin önü açılmış, kurumlardaki yozlaşma hızlandırılmıştır. Her dönemde belirli ölçülerde yaşanan kadrolaşma, son dönemde “kuşatma” şekline dönüşmüş ve tüm iş yerlerinde iş barışını tehdit eder hale gelmiştir. Pek çok kurumda kirlilik, yozlaşma ve yolsuzluk had safhaya ulaşmıştır. Rüşvet, menfaat temin etme ve görevi kötüye kullanma artık kanıksanmış, etik değerler ayaklar altına alınmıştır. Dürüstlük artık fazilet sayılmaya başlanmıştır.
Kamu kurumlarındaki çürümeye karşı, kıdem liyakat usulüne göre atama, insanca bir yaşam ücreti ve denetimle birlikte yatırımlara yönelik kaynak aktarılarak Kamu Kuruluşları bu yozlaşmadan arındırılmalıdır
Siyasetin özgürlükçü bir ortamda doğrudan katılımla değil de, e-muhtıra ve e-bildirilerle yukarıdan aşağıya doğru dizayn edilmesi, egemenlerin krizini derinleştiriyor. Günümüzde türban krizi, vb. krizlerle halkın gerçek ihtiyacları, talepleri görmezlikten geliniyor. Kamplaşmalar ülkemizde gerici, ırkçı, şöven politikaların derinleştirilerek toplumun baskı altına alınmasının araçlarını oluşturuyor.
Demokrasi havarisi egemenler türbana özgürlük derken anti demokratik yasalarla aydınlarımızı susturmaya çalışıyorlar. Hırant Dink’e yapılan ırkçı şöven saldırı bu politikaların gerek yasalar düzeyinde gerekse fiili olarak gerçekleşeceğini somut olarak bize gösteriyor.
Ülkemiz türk, kürt, ermeni, laz, gürcü, çerkez olmak üzere farklı etnik kimliklerin var olduğu çok kültürlü bir coğrafyadır. Cumhuriyetin kuruluş süreçlerine kadar uzanan kürt sorunu ülkemizde kanayan bir yara haline dönüşmüştür. Kürt sorunu halkların kardeşliği temelinde ele alınmalıdır. Oysa, şiddete dayalı çözüm anlayışı ısrarla sürdürülmektedir.Son 25 yılda yaşanan çatışmalardan dolayı onbinlerce insan hayatını yitirmiş,milyonlarca insan yerinden yurdundan ayrılmak zorunda kalmıştır.Büyük kentlere göç eden milyonlarca kürt işsiz, caresiz, açlıkla boğuşur haldedir.Türkiye’nin sosyal,kültürel,ekonomik,politik kısaca her alanını etkileyen bu sorunun çözülememesi daha çok acı,daha çok kan, gözyaşı,kaynak israfı ezilenler için daha çok yoksulluk demektir.Bu nedenle çözümü istemek emekçilerin en doğal haklarıdır, yararınadır.
Genel Kurulumuz bu tespitler çerçevesinde aşağıdaki kararları almıştır.
ESM önümüzdeki dönemde:
I-)Ülkemizde sendikaların, meslek örgütlerinin, demokratik örgütlerin, yerel örgütlerin, çevreci kuruluşların tepkisine, itirazına rağmen “Nükleer Güç santrallerinin Kurulması ve İşletilmesi Hakkında Kanun” çıkmıştır. Sendikamız Nükleere santral kurulmasına karşı olan örgütlerle bir arada “Nükleer Karşıtı Platform” içerisinde yer alarak tepkisini ortaya koymalıdır.
Kömür, hidrolik, rüzgâr, güneş gibi yerli kaynaklarımızın planlı ve doğru kullanılması ile enerjinin verimli kullanımı halinde enerjide bir kriz olmayacaktır Bu nedenle dünyanın vazgeçtiği, kaza riskleri taşıyan, atık sorununun ciddi tehlikeler barındırdığı, dışa bağımlı ve nükleer lobilerin çıkarına olan nükleer santralin ülkemizde kurulmasını istemiyoruz. Bunun için önümüzdeki dönemde de Genel Merkez ve Şubelerde Nükleer Karşıtı faaliyetlerin ve Platformların içerisinde yer alarak, nükleer karşıtı çalışmalar yürütmelidir..
II-) 4688 sayılı yasada 11 işkolu tanımlanmıştır. Kamu hizmetleri eğitim, sağlık, sosyal güvenlik gibi temel faaliyetlerin yanı sıra, yerel hizmetler, kalkınma ve istihdamı sağlayan iktisadi ve yatırımcı kuruluşların hizmetleri gibi başlıklarda toplanabilir.
Sendikamızın örgütlülük alanında bulunan işyerlerinin yanı sıra, iktisadi ve yatırımcı kuruluşların tek bir işkolunda toplanmalıdır. Bu konu, ESM tarafından Konfederasyon Genel Kurulu’na taşınacaktır.
İktisadi ve yatırımcı kamu hizmetlerinin tek bir işkolunda birleşmesi için sendika genel merkezlerine çağrılar yinelenecek ısrarcı olunacak yasal ve fiili adımlar atılacaktır.
Sendikal dayanışmayı öncelikle KESK’e bağlı sendikalar arasında geliştirilmesi için KESK Genel Merkezi ile KESK’e bağlı sendikaların genel merkezlerinin aynı mekâna taşınması gerekmektedir. Aynı mekânda bulunma iradesi sadece Genel Merkezlerle sınırlı bir faaliyet olmaktan ziyade tüm yerellerde hayata geçirilmesi için sendikamız ısrarlı olacaktır.
III-)Sendikalarımızda kadın üyelerimizin sendikal eylem ve etkinliklere katılımda, yönetim organlarında, kadına yönelik politikalarda toplumsal ve sendikal koşullar nedeniyle önemli zorluklar yaşadığı bilinmektedir.
Bu zorlukların aşılması için önümüzdeki dönemde kadınlara yönelik eğitim çalışmalarına ağırlık verilmesini, kadınların sendikal faaliyetlere etkin bir şekilde katılımlarının sağlanması için düzenlemeler yapılmasını, kadınların aleyhine olan toplumsal koşulları dönüştürecek etkin politikalar üretilmesini/uygulanmasını ve kadınlara pozitif destek sağlanmasını, ayrıca kadınların aday olması halinde, sendikanın tüm organlarında en az %30 kadın lehine kota uygulanmasını yaşama geçirecektir.”
IV-)Sendikal alanda eylem ve etkinliklerimizin yanı sıra hukuksal mücadele de son dönemlerde önemini giderek artırmıştır. Özellikle sendika yönetim organlarındaki hukuk sekreterlerinin ve disiplin kurulu üyelerinin, üyelerimizin özlük ve ekonomik haklarının korunması ve sağlanmasında, sendikal politikalarımızın savunulmasında hukuksal işleyiş konusunda bilinçlendirilerek etkin çalışmalarının sağlanmasında eğitim çalışmalarının önemli olduğunu düşünmekteyiz.
Eğitimin hedef kitlesi GTK üyeleri, yönetim organlarındaki hukuk sekreterleri ve disiplin kurulu üyeleridir. Bu nedenle önümüzdeki dönemde Genel Temsilciler Kurulu toplantısının birinde “Hukuksal İşleyiş Eğitimi” düzenlenecektir.
V-)Ülkemizde çalışanların çok az bir kısmı örgütlüdür. Son istatistiki verilere göre Ülkemizde istihdama katılım oranı 24 milyon civarındadır. Bunun ise en fazla %10’u sendikalıdır.
Çalışma biçimi olarak ise standart dışı istihdam şeklindedir. Fazla çalışma, ucuz iş gücü, güvencesiz çalışma, alt işverenlik yaygın hale gelmiştir. Dışarıya iş yaptırma ve taşeron faaliyetleri üretim faaliyetlerinin temel biçimi haline gelmiştir.
Sektörümüzde de esnek üretim ve esnek çalışma yaygın hale gelmiştir. işçi sendikaları kamuda güvenceli olarak çalışanların dışında örgütlenme iradesi fazla geliştirememektedir. 4688 sayılı yasa ise, bir yanıyla toplu pazarlık ve grev hakkını içermediği için sendikal faaliyetin önünde engeldir. Bir yanıyla da kamuda farklılaşan istihdam yapısını (399, 657, 4-b, 4-c, sözleşmeli, taşeron uygulamaları v.s) örgütlemekten uzaktır.
Önümüzdeki dönemde sendikamız, farklılaşan istihdama yapısını göz önüne alarak, çalışanların ortak örgütlülüğünü savunmalı ve hayata geçirmelidir. Ortak örgütlenme sadece ESM ile sınırlı bir faaliyet olması yerine KESK bütünlüğünde de bilince çıkarılarak fiili adımlar atılması için çalışılacaktır.
VI-) Dünya Su Konseyi tarafından düzenlenecek olan 5. Dünya Su Forumu 16-22 Mart 2009 tarihinde İstanbul’da toplanacaktır. Dünya Su Konseyi, çeşitli ülkelerin su ve çevre ile ilgili bakanlıkları, yerel su şirketleri, BM’ye bağlı çeşitli kuruluş ve programlar, uluslararası vakıf ve enstitüler gibi kuruluşlardan oluşmaktadır.
Dünya Su Forumu’nda Küresel Su Politikaları tartışılacaktır. Dolayısıyla Küresel Su politikalarının Temsilcileri kadar bu politikalara muhalefet eden çok sayıda örgüt temsilcisi de İstanbul’a gelecektir.
Dünya Su Forumu için şimdiden hazırlıklara başlamak, Foruma seçenek olacak karşıt organizasyonlar oluşturmak, küresel su güçlerine muhalefet eden uluslararası güçleri bir araya getirmek gerekmektedir.
Bu konuda, sendikalar, meslek örgütleri ve demokratik örgütlerle ortak organizasyonlar yapmak üzere sendikamızca çalışmalar yapılacak ve bir eylem programı çıkarılmasına çalışacaktır.
VII-)Sendikal işleyişin etkin bir şekilde yürütülmesinde eğitimin önemi bilinmektedir. Özellikle içinde bulunduğumuz zor dönemlerde üyelerin sendikal faaliyetler konusunda bilinçlendirilerek eylem ve etkinliklere aktif katılımlarının sağlanmasında, yeni kadroların yetiştirilmesinde, yöneticiler ve üyeler arasında etkili iletişimin sağlanmasında, eğitim çalışmalarının büyük öneme sahip olduğunu düşünmekteyiz.
Bu nedenle önümüzdeki dönemde eğitimlerin artarak devam etmesi, eğitim komisyonu kurularak kendi eğitici kadromuzun oluşturulması,yeni ve kadın üyelerimiz öncelikli olmak üzere eğitim çalışmalarına önem verilecektir.
Yeni dönemde Merkez ve şubelerin mali işleyişleri, bu konudaki yasal düzenlemeler, aidat takibi, harcamalar, mizan düzenlenmesi vb konularında yöneticiler eğitilecektir. Bu eğitimin hedef kitlesi, sendikamız GTK üyelerinin yanı sıra, Şube Mali Sekreterleridir. Bu nedenle önümüzdeki dönemde Genel Temsilciler Kurulu toplantısının birinde 1 günlük “Mali İşleyiş Eğitimi” yapılacaktır.
VII-)Bir yandan olmayan para verilmez diyerek kamu emekçilerini % 2+2 zamma mahkum eden hükümet diğer yandan askeri harcamalara milyonlarca dolar fon ayırıyor. Sınır ötesine düzenlenen operasyonla eşzamanlı ülkede tüm işçi ve emekçilere saldın anlamına gelen SSGSS yasa tasarısı sessiz sedasız geçirilmeye çalışılıyor. Savaşa, askeriyeye aktarılan fonların faturası, artan enflasyonla, yaklaşmakta olan ekonomik krizle işçilere, emekçilere çıkartılıyor. Kürt sorunu, inkar ve imha politikası ile çözümsüzlüğe terk edilirken işçi sınıfının bilinci şovenist ve milliyetçi argümanlarla köreltilmeye çalışılıyor.
Özetlemek gerekirse, sınıf içinde milliyetçilik ekseninde bir saflaşma yaratılarak sınıf bölünmeye çalışılırken diğer yandan ise hali hazırda hem örgütsüz hem de bölünmüş olan işçi sınıfının geçmiş mücadelelerle elde ettiği tüm kazanımlar tırpanlanmaya, yok edilmeye çalışılmaktadır. Yani, neo-liberal politikalar ekmeğimizi azaltırken, militarizmin süngüsü onu kesiyor, milliyetçilik ise ekmeğimizi zehirliyor. İşçi ve emekçilere karşı yöneltilen tüm bu saldırılara karşı ortak mücadele temelinde bir cevap üretilemedikçe sınıf mücadelesinin başarı şansı olamaz.
ESM, önümüzdeki dönemde daha da tırmandırılacağı görülen savaş çığırtkanlığı politikalarının işçi sınıfını bölme hamlesine karşı, sınıfın tek ve bütün tepkisini örgütlemek için milliyetçi ve şovenist propagandanın sınıf üzerindeki etkisinin kırılmasını, mücadelenin halkların kardeşliği ve sınıfın birliği temelinde inşa edilmesini karar altına almıştır.
YAŞASIN ÖRGÜTLÜ MÜCADELEMİZ,!