BASIN AÇIKLAMALARIGENEL MERKEZ AÇIKLAMALARI

SU HAKTIR; SATILAMAZ

Değerli Basın Emekçileri

Emperyalizmin pazar kavgası arayışı, son 30 yılda, doğal varlıklardan sosyal güvenliğe, eğitimden sağlığa, ulaşımdan, posta hizmetlerine kadar uzanmıştır. Emperyalizm, yeryüzünün ve doğanın bütün değerlerini hızla metalaştırmaya başlamıştır.

En temel insanlık hakkı olan su hakkı, insanlık onuruna uygun bir hayat sürdürülebilmesi için zorunludur. Evrensel olarak su hakkının, herkes için yeterli, güvenli, kabul edilebilir, fiziksel olarak erişilebilir ve karşılanabilir olması gerekmektedir.

Ancak, başta Orta Doğu olmak üzere, bütün doğal enerji koridorları, emperyalistler arası paylaşımın konusu haline getirilirken; dünyamızda canlı hayatın sürmesinin en temel unsuru olan su bile, alınıp satılan bir piyasa malı haline getirilmiştir.

Emperyalist güçler, 21. yüzyılda uluslararası ilişkileri, silahın ve teknolojinin belirlemeyeceğini, 21. yüzyılın uluslararası ilişkilerini ve savaş nedenlerini belirleyecek unsurların su, tarım ve enerji olduğunu çok iyi bilmektedirler.



1977 yılındaki Su Konferansı’nda, içme suyuna erişimin, bir insan hakkı olduğu sonucunda birleşen Birleşmiş Milletler’ in, 1992’de düzenlediği Su ve Çevre Konferansı’nda, suyu “ekonomik bir mal” olarak tanımlaması boşuna değildir.

Bu doğrultuda, böylesine önemli ve herkesin hak sahibi olduğu bir doğal varlık olan suyun, alınıp satılan ekonomik bir meta haline gelmesinde, dünyada birçok kurum aktif rol oynamaktadır.

Ne yazık ki, Orman ve Su İşleri Bakanlığı da, yaptığı uygulamalar ve açıklamalar ile, bu oyuna alet olmaktadır.

Bunun en önemli örneği, 4628 sayılı Elektrik Piyasası Kanunu sonrasında, HES projelerinde başlatılan kontrolsüz uygulamadır. Bu uygulama tamamen piyasanın kar amacına göre düzenlenmektedir. Projelerin hiç bir aşamasında kontrol ve denetim olmadığı gibi, bu projelerin teknik anlamda da yeterlilikleri tartışma konusudur.

Yapılan uygulamalar sonucu, ülkemizdeki bütün derelerin en küçük kollarında bile HES projeleri üretilmiş ve uygulanmaya başlanmıştır. Projelerin sebep olduğu yıkıcı tahribata karşı, yöre halkı, tepkilerini değişik yollarla dile getirmeye çalışmaktadır. Bu tepkiler hem yasal, hem de meşru yollarda gösterilmektedir. Özellikle HES şirketlerinin, İdare Mahkemelerinin verdiği kararlara uymamakta ısrar etmesi nedeniyle, halk tepkisini meşru mücadele temelinde kullanmaktadır. Mahkeme kararlarına uymayanlara, demokratik haklarını kullanarak, meşru temelde tepki gösterenlere de, susturmak ve tepki göstermekten alıkoymak adına, cezalar verilmektedir.

Su havzalarının planlanması ve denetlenmesi konusu, Devlet Su İşleri Genel Müdürlüğü’nün görevidir. Ancak 4628 sayılı kanun sonrasında, tamamen şirket çıkarlarına yönelik ortaya konan HES projelerinin, fizibilite, proje, inşaat ve işletme aşamalarının hiç birinde, DSİ denetimi yoktur. 2001 yılında başlayan bu süreç için, 15 Ağustos 2009 yılında Su Yapıları Denetim Yönetmeliği yayınlanmıştır. Bu yönetmeliğin yürütmesi, açılan davalar nedeniyle durdurulmuş ve sonrasında Enerji Piyasası Kanununda yapılan değişiklik sonrasında, 13 Mayıs 2011 tarihinde yeniden yayınlanmıştır. Bu yönetmeliğin de yürütmesi açılan dava sonrasında, Anayasaya aykırılığı nedeniyle durdurularak, Danıştay tarafından Anayasa Mahkemesine gönderilmiştir.

24 Şubat 2012 günü Adana’nın Kozan ilçesindeki, Gökdere Köprü Barajı derivasyon tünelinin kapağının kopması sonucu, maalesef 10 işçi yaşamını yitirmiştir. 5 işçinin hala cesetlerine ulaşılamamıştır. Olayda hayatını kaybeden işçilerin yakınlarına başsağlığı, yaralılara acil şifa diliyoruz.

Olayın ardından yetkililerin ve hükümetin yaptığı açıklamalar son derece vahimdir. Yetkililer, yöre halkının ve kamuoyunun tepkisi karşısında, yaşanan olaydan ders çıkarıp üzerine düşenleri yapmak yerine, suçu başta meslek odaları ve sendikalar olmak üzere, başkalarına atmaktadırlar.

Orman ve Su İşleri Bakanı Sayın Veysel Eroğlu ve Devlet Su İşleri Genel Müdürlüğü tarafından yapılan açıklamalarda, DSİ`nin denetim yapmaması, Danıştay`ın “Su Yapıları Denetim Hizmetleri Yönetmeliği nini yürütmesinin durdurma kararına bağlanmış, sorumluluğun kendilerinde olmadığını ifade etmişlerdir.

Oysa ki yaşanan bu olay maalesef bir kaza değildir. Olayda yetkililerin ağır ihmali vardır. Yürütmesi durdurulan sadece Su Yapıları Denetim Hizmetleri Yönetmeliği’dir. 6200 sayılı Devlet Su İşleri Genel Müdürlüğünün Teşkilat Ve Görevleri Hakkında Kanun halen yürürlüktedir. Yönetmeliğin yürütmesinin durdurulması DSİ` nin kanunla kendisine verilen denetleme yetkisini kullanmasına engel değildir. 6200 sayılı yasa yürürlükte olduğu sürece DSİ su yapılarını denetlemekle yükümlüdür.

Bugün böylesi bir facianın yaşanmasının nedeni, söz konusu yönetmeliğin iptal edilmesi ile doğan hukuksal boşluk değil, DSİ`nin asli görevleri içerisinde yer alan “denetleme” görevini yerine getirmemiş olmasıdır.

Bu durumda sorumlu ilgili bakanlık değilse kimdir? Yanlış zamanda yanlış yerde olarak yaşamını yitiren işçiler midir?

Yaşanan faciadan daha vahim olarak, bugün gelinen noktada, başta DSİ olmak üzere, kamu kurumları denetim işlevini bile yapamayacak derecede işlevsizleştirilmiştir. Bu boşluk ve denetimsizlik ortamında benzer faciaların daha da artmasından korkmaktayız.

Önce doğamızı talan eden HES çılgınlığı, şimdi de canımıza kasteder hale gelmiştir. Bizce gerçek sorumlular, suyu kamu malı olmaktan çıkarıp, bir meta haline dönüştürenlerdir. Suların satılmasındaki ısrar ve telaş, özelleştirilen enerji sektörünün vaat ettiği yüksek kârlara, bir an önce ulaşmaya çabalayan şirketlerin kâr hırsları ile birleşince, bugünkü durum ortaya çıkmıştır.

Bu süreç öylesine gözü kara bir biçimde sürdürülmektedir ki, başta Anayasa ve İş Kanunu olmak üzere, mer’i mevzuat açıkça ihlal edilmiş, ilgili kurumlar etkinsizleştirilerek, hem kamu çıkarı hem de can güvenliği tehlikeye atılmıştır. Böylece, Kamuoyuna karşı sorumluluğunu vahşi kar uğruna terk eden devlet, vatandaşlarını yıkıma sürüklemiştir.

Bu durumun yarattığı toplumsal zarar, inşaat sektöründe çalışan işçilerin içinde bulunduğu çalışma koşullarının ne kadar gayrı insani ve öldürücü olduğunu bir kere daha gözler önüne sermiştir.

İstanbul’un orta yerinde yanarak ölen 11 işçi bu vahim durumun öldürücü gerçekliğini kamuoyunun yüzüne bir kere daha çarpmıştır.

Siz, sermayenin yuvasında, Ankara Ticaret Odası’nda Dünya Su Günü kutlayanlara sesleniyoruz; Akarsuyu elinden alınan, deresi kurutulan, denetimsizlik yüzünden canından olan bu ülke insanları, Dünya Su Günü’nde göstermelik toplantılarda, sizlerle yan yana olmayacağız

Bizler, hayatın temel kaynağı olan suyun, kötü bir yönetimle nasıl insan hayatına kastedecek duruma getirildiğini, kamuoyuyla her fırsatta paylaşacağız. Yaşamımızın vazgeçilmez kaynağı olan suyumuzu temiz, eşit, yetecek miktarda ve ücretsiz olarak tüketmek istiyoruz.

Ekolojik, katılımcı, toplum tarafından denetlenebilir, sosyal adalete uygun ve ekonomik açıdan rasyonel şekilde yapılan bir su yönetimi için, sizlerle mücadele içinde olacağız

ESM YÖNETİM KURULU

Resimler için lütfen tıklayınız…

İlgili Makaleler

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir